Şimdi bize katılın!

Kayıt olduktan ve giriş yaptıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara cevap gönderebilirsiniz daha fazlası için forumumuza kayıt olmalısınız. Kayıt işlemi tamamen ücretsiz ve hızlıdır.

Şimdi kayıt ol!
  • 💙 Ağaçtan çıkan kibrit bile kül ediyor ağacı. Şaşırmayın insanın insana yaptığına.
Katılım
14 Mar 2024
Mesajlar
2,128
Tepkime puanı
96
Puanları
48
Konum
Fizan
İlişki Durumunuz
Evli
Burcunuz
Balık
Takım
Fenerbahçe
    Öne çıkan konu
  • Konu Yazar
  • #1

Al Pacino Biyografisi


1711366904593.png


Karizmasından ödün vermeyen, yeteneği ile göz kamaştıran “The Godfather”, Al Pacino’nun hayat hikayesidir...

Özgürlüğü sahnede buldu ve ondan vazgeçmeyecek kadar da cesaretliydi Al Pacino; her şeye rağmen. Annesine, babasına, hayata ve en çok da kendisine rağmen…

Onu öyle iyi tanıyorsunuz ki, hem hakkında hiçbir girizgah cümlesine gerek yok, hem de söylenecek ne çok söz var. Dahası onun hayatından öğrenecek ne çok şeyimiz var…

Yaralar alsak da kalkmayı öğrenmeliyiz mesela. Parçalanmış bir aileden yara alarak çıktıktan sonra da hayata tutunmanın birden fazla yolu olduğunu öğrenmeliyiz. İnsanın kendi gururunu, kendi inadını kırmanın yollarını arayacak kadar yüce gönüllü olabileceğini öğrenmeliyiz…

Hayatın herhangi bir aracı ile öğretecek ne çok şeyi var; önce bakmasını, sonra görmesini öğrenmeliyiz…


Çocukluğu

Al Pacino, 25 Nisan 1940’ta Doğu Harlem’de, Sicilya kökenli Salvatore ve Rose Pacino’nun tek çocuğu olarak dünyaya geldiğinde ona “Alfredo James Pacino” adını verdiler.

Alfredo, aslında bir aşkın meyvesiydi. Babası bir sabah evi terk edip gitmeseydi, belki çok farklı bir çocukluk yaşardı. Bir sabah babası gitti, California’ya yerleşti ve annesi onu alıp Bronx Hayvanat Bahçesi yakınlarında yaşayan ailesinin yanına taşındı. Parçalanmış bir ailenin çocuğu olarak büyüyecekti.

Babasına kızgın bir çocuktu Al; neredeyse bütün enerjisini ona kızarak geçirdi. Araları hiçbir zaman iyi olmadı. İçini rahatlatan, daha az yara almasını sağlayan tek şey, babasının evi onun yüzünden terk etmediğiydi. Elbette çok üzgündü, çocuk aklıyla babasına karşı öfkeliydi. Ama yine de aldığı yaralar hayat içinde kendini kotaracaktı.

Utangaç bir çocuktu. Belki de yalnızlığın getirdiği bir utangaçlıktı bu, içine kapanıyordu. Annesi varını yoğunu oğluna adamaya kararlıydı. Maddi manevi yatırımını ona yapacaktı. Al, henüz 3 yaşındayken Rose onu sinemaya götürmeye başlamıştı; neredeyse her akşam gidiyorlardı. Bir filmi seyredip eve döndüklerinde Al’ın yaptığı ilk şey, aynanın karşısına geçip beğendiği sahneleri canlandırmaktı.

Küçücük bedeniyle aynanın karşısında kendi kendine konuşuyordu ve bu anneannesini çok korkutuyordu. Bir süre sonra Al abartmış, anneannesi de o aynanın karşısına geçer geçmez oda değiştirmeye başlamıştı. Bir gün kızı Rose’yi karşısına aldı, “Al, bütün gün kendi kendine konuşuyor” diyerek endişesini anlattı. Ama Rose bunun bir sorun olduğunu düşünmüyordu, oğlunu teşvik etmesi gerektiğini düşünüyordu. Hayatının ilk 7 yılı, yalnızlığın portresi olarak duvarda asılı durdu.


Eğitim hayatı

Al’ın gözünde okul, arkadaşların olduğu, yalnızlığını gidereceğini bildiği bir masal diyarıydı. Ama oraya gitmeye başladığında pek de beklediği gibi çıkmadı. İyi yanları vardı elbette, artık yalnız değildi; ama okulun disipliniyle de bir türlü barış sağlayamıyordu. Küçücük bedeni ve kalbiyle acı çekiyordu Al, kafası çok karışıyordu. Oysa ileride filmlerini göstereceği insanları tanımaya, onları biriktirmeye başlamıştı. Tek sorun, bir türlü başının beladan kurtulmayışıydı…

Al, okul hayatına ısınamamıştı. Annesi anlayışlı bir kadın olmasa, yaşadıklarından sıyrılamazdı. İlk kez evden kaçtığında 11 yaşındaydı ve bu son olmadı. Rose, bu konuda da oğlunun yanında oldu, onu anlamak için uğraştı. Al’ın içinde kopan fırtınaların, her çocuğun kendine özgü oluşunun farkındaydı. Üstelik Al, kendi çocuğuydu. Özel olması için yeterliydi.

Hayatını değiştiren günü yaşadığında Al, 14 yaşındaydı. Bronx’a bir gezici sinema geldi; Martı filmiyle. Al, aslında filmi pek beğenmemişti, ama o gün Al tüm hayatının değişeceğini anladı. Çünkü böyle bir şeyle ilk kez karşılaşıyordu. Ogün oyuncu olmak istediğinden tamamen emin oldu. Annesi de onun her koşulda yanındaydı. Oğlunun kaybolup giden çocuklardan olmaması için her şeyi yapardı Rose. Sürekli okuyor, kendini geliştiriyordu. Al oyuncu olmak istiyorsa, elbette o da istiyordu.

Yaşadıkları bölgede her ulustan insan bulunuyordu. İlkokula başlayana kadar dışarı neredeyse hiç çıkmadı. Anneannesi çıkmaz, Al’ın da çıkmasına izin vermezdi. Dışarıda dayak yiyeceğini Al da biliyordu, çünkü burası kavganın kol gezdiği bir bölgeydi. 14 yaşında, hayatını değiştiren o günden sonra, bir senaryo yazmaya karar verdi. Hayatı olduğu gibi anlatmak istiyordu, evden kaçışları, yaşadığı mahalleyi, okula başladıktan sonra tanımaya başladığı bu mahalleyi, bir çocuğun gözüyle yazacaktı.

Hayat gelişti, ilerledi… 17 yaşında gittiği Güzel Sanatlar Okulu’ndan ayrıldı. Bundan sonra bulduğu işlerde çalışacak ve en önemlisi oyunculuk dersleri alacaktı…

The Godfather, Al Pacino

Al’ın kariyerinin ilk filmi 1969 yapımı “Me Natalie”i oldu. Kendini öylesine kanıtlamış, performansından o kadar söz ettirmişti ki, yapımcıların dikkatinden kaçamazdı. İşte bu başarı Al’a, onu ünlendiren filmi getirdi, “The Godfather (Baba)”.

Yapımcılığını Paramount’un üstlendiği bir “Francis Ford Coppola" filmi olan “The Godfather”de “Michael Corleone” rolünü almıştı. Ama hayatında bir şeylerin eksikliğini de hissediyordu. Annesini hissetmeye çok ihtiyacı vardı.

Al’ın hayattaki en büyük kavgası kendisiyleydi, hepimiz gibi. Gururunun hayattaki birçok şeyi kaçırma sebebi olduğunu kavramıştı. Belki bunca gururlu olmayı annesinden öğrenmişti. Sonuçta o da çocuğunu tek başına büyütmek zorunda kalmış yalnız bir kadındı. Al, kimseyi suçlamadı. Sadece yük olarak taşıdığı, ona fazla gelen bu gururu kırabilmek istiyordu. Çözümü babasına gitmekte buldu. The Godfather çekimleri devam ediyordu ve Al belli ki hayatında “baba” sözcüğünün karşılığını arıyordu.

Babasını pek tanımıyordu, belki kargacık burgacık birkaç anı parçası, hepsi bu. Babası kötü birine de benzemiyordu. Ama birine “baba” diyebileceğini de düşünmüyordu Al. Bu yüzden ona adıyla seslendi. Bundan da pek hoşlanmamıştı. Birinin ona annesinin baktığı gibi bakmasını özlemişti.

Çünkü Al “anne”yi işte şu duygusal sözlerle tanımlıyordu: “Ne yaptığınızın hiç önemi yoktur, anneniz size anne gibi bakar. Sizi gerçekten gördüğünü bilirsiniz. Fotoğrafınızı değil, sizi görür. İşte öyle bakılmasını istiyorum bana”.

Neyse ki babasıyla da bir orta yol buldu Al; bir tür aile duygusunu hissedebilmişti. Bunu kan bağı ile tanımlamıştı içinde. İşte bu bağı hissetmek, ona hayatının rolünü oynattı aslında. Baba filmindeki rolüne daha çok sahip çıkmasını sağlamıştı. Üstelik artık annesini de daha yakınında hissediyordu, dünyalara değerdi.

1972 yapımı The Godfather, Türkiye’de 2 Kasım 1973’te gösterime girdi. Bu film ile Al, “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülü için Oscar’a aday gösterildi. “The Godfather II”, 1974’te çekildi. “The Godfather III” ise, 1990'da çekildi, ancak Türkiye’de vizyona 1991’de girdi.

İlişkileri

Al'ın, “Jill Clayburgh, Marthe Keller, Diane Keaton, Penelope Ann Miller, Debra Winger, Kathleen Quinian” gibi ünlü isimlerle beraberlikleri oldu.

İlk birlikteliği “Jan Tarant”tan, “Julie Marie” adını verdikleri bir çocukları oldu.

Ocak 2001’de de, 1997’de birlikteliklerinin başladığı “Beverly D’Angelo”dan “Olivia ve Anton” adını verdikleri ikiz çocukları oldu.


2000’lerde Al Pacino

Al, milenyuma girişini 2000’de yönetmenliğini “Oliver Stone”un yaptığı “Any Given Sunday” ile yaptı. Bu filmde “Tony D’Amato” adında futbol aşığı bir koça hayat verdi. Ayrıca “Cameron Diaz, Jmaes Woods ve Dennis Quaid” gibi oyuncularla bir aradaydı.

2002’de “Andrew Niccol”un yönetmen koltuğuna oturduğu “S1M0NE” adlı filmde Al, Hollywood yıldızlarının kaprislerine karşı eline geçen her fırsatı değerlendirerek tepki göstermeyi amaçlayan “Viktor Transky” adında bir yönetmeni canlandırdı.

2003’te genç yıldız “Colin Farrell” ile “Çaylak” adlı filmdeydi. Yine 2003’te “Angels in America” adlı mini dizide rol aldı ve bu dizi ile Al ilk kez “Emmy” ödülü aldı. Ayrıca dizi 12 ayrı dalda “Emmy” ödülü aldı.

2003, Al için şanslı bir yıldı. “Venedik Taciri” adlı film de yine bu yıl çekildi ve Al, “Yahudi Tefeci Shylock” rolündeydi.

Biraz mola verdi ve 2005’te “Kirli Para” adlı filmde yer aldı. Ancak bu film pek beğenilmedi. 2007’de ise tekrar başrol oynadı; “Jon Avnet”in yönetmen koltuğuna oturduğu “88 Dakika” filmindeydi. Rolü, üniversitede hoca olan bir cinayet psikiyatristi idi.

2008’de ise en son 1995’te çalıştığı “Robert De Niro” ile tekrar başrolü paylaştılar. 2008 yapımı “Righteous Kill” filminde yönetmen koltuğunda bu kez “Jon Aventin” vardı.
 

Konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Benzer konular Forum Tarih
Lâyezal Biyografiler 0 33
Lâyezal Biyografiler 0 37
Lâyezal Biyografiler 0 34

Benzer konular

Geri
Üst