- Katılım
- 26 Mar 2024
- Mesajlar
- 3,048
- Tepkime puanı
- 145
- Puanları
- 63
- İlişki Durumunuz
- Sizene
- Burcunuz
- Balık
- Takım
- Fenerbahçe
- Konu Yazar
- #1
Kocasını Şikayet Eden Kadının Hikayesi
KENDİSİNİ İHMAL EDEN KOCASINI DEVLET BAŞKANINA NASIL ŞİKAYET ETTİ?
“Eşimi şikayet ettim” konulu bir hikayeyi sizler için derledik. Biliyorsunuz ki Eşimden şikayetçi oldum derken bir çok neden den dolayı bazı karı koca arasında anlaşmazlıklar olabiliyor. Tabi bunu en güzeli ile halletmek gerek. Çünkü Aile ihmale gelmez.
Aileni günlerce ihmal etmeyecek, her dört günde bir mutlaka onun yanında olacaksın. En azından dört günde bir yanında olmaz, onu yine yalnız bırakmakta ısrar edersen, yaptığın ibadetten kazandığın sevabın, onu odasında yalnız bırakmaktan dolayı üstüne aldığın sorumluluğu ortadan kaldıramaz.
Herşeyde olduğu gibi, ibadette de ifrat ve tefrit makbul değildir. Makbul olanı, ne ifrata kaçan, ne de tefrite düşen… Belki vasati olandır.
Nitekim hadîste de aynı hüküm verilmekte, aynı ölçü tavsiye buyurulmaktadır:
– Allah için yapılan ibadetlerin en faziletlisi, vasat olanıdır!
Vasat ibadet, sahibini mecburî mükellefiyetlerini yapamaz hale düşürmez. Aile ve çoluk çocuğunu ihmal eder hale sürüklemez. Belki her hak sahibine hakkını verme mükellefiyetlerini hatırlatır, o imkânı dâima elinde muhafaza etme titizliği temin eder.
Hal böyleyken, yazımıza konu olan genç, böyle bir anlayış içinde değildi. O, yeni evlenmiş olmasına rağmen yazm en sıcak günlerinde bile gün boyu oruç tutuyor, sabahlara kadar da namaz kılıyordu. Yâni, mükellefiyetlerini ifa ettikten sonra ayrıca nafile ibadetlerle çok ileri gidiyor, hattâ bu yüzden hanımını da ihmal etmiş oluyordu.
Anlayışlı ve tahammüllü hanımı, onun bu halini zamanla geçer düşüncesiyle çok görmedi, sabırla karşılamayı düşündü. Ama kocası, devam ettirmek niyetinde görünüyordu bu halini. Bu yüzden durumu Halife Hazret-i Ömer’e izah etmekte zaruret gördü. Ancak, bunu nasıl söyleyecek, ne türlü bir ifadeyle anlatacaktı?
Kendine göre bir ifade tarzı da buldu. Doğruca Halifenin huzuruna girdi. Halifenin yanında meşhur hukukçu Kâ’b vardı.
Bütün kuvvet ve cesaretini toplayarak konuştu:
– Yâ Emîre’l-Mü’minîn, öyle zâhid bir beyim vardır ki, bütün yaz boyu sıcak günlerde oruç tutuyor, yine böyle kısa gecelerde sabahlara kadar da nafile namaz kılıyor. Bunu aralıksız sürdürüyor, hiç bırakmıyor!
Halife böyle bir gencin varlığından dolayı memnun oldu.
– Maşaallah, barekallah, senin kocana. Demek bu uzun günlerde, böyle kısa gecelerde bütün mevsim boyu ibadette bulunuyor, tebrik etmek gerek böyle genci.
Kendisinin şikâyet ettiği konuyu Halifenin tebrik ettiğini gören kadın, başka hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti.
Ama meşhur Basra Kadısı Kâ’b, buna itirazda bulundu:
– Yâ Emîre’l-Mü’minîn, siz bu kadının kocasını tebrik mi ediyorsunuz? Halbuki kadın onu size şikâyet ediyor? dedi.
Halife tereddütlü:
– Hayır, şikâyet değil, tebrik ediyor.
Şikâyetti, tebrikti derken, Halife adam gönderip kadını çağırttı.
– Söyle bakalım, zâhid gencin hanımı! Beyinin bu halini şikâyet mi ettin, yoksa takdirinden dolayı mı böyle konuştun?
– Ne takdiri yâ Emîre’l-Mü’minîn, şikâyet ettim. Ben de başka kadınlar gibiyim. Benim de normal ve fıtrî ihtiyaçlarım var. Ama onun böyle bir meselesi yok. O, bütün gün akşama kadar oruç tutar, yine bütün gece sabahlara kadar namaz kılar. Bunun dışında başka bir mes’ele dikkatini çekmez, zihnini meşgul etmez. Benim varlığımın farkında bile değil.
İslâm hukukçusu Kâ’b’ın tahmini doğru çıkınca Halife ona döndü:
– Söyle bakalım ey Kâ’b, ne diyeceksin bu hanıma? Teşhisi sen yaptın, tedaviyi de sen göstereceksin.
– Yâ Emîre’l-Mü’minin, bu kadının kocasını getirtin, ben söyleyeceğimi bilirim.
Hemen genci buldurtup getirttiler. Kâ’b, ona şu kısa na-sihatta bulundu:
– Bütün gün oruç tutup, sabahlara kadar da namaz kılan delikanlı, şunu iyi bil ki, bu halin bir ifratın eseridir. İfrat ise, herşeyde olduğu gibi, ibadette de iyi değildir. Makbul sayılmamıştır. Amellerin efdali, vasat olanıdır.
Ve Kâ’b şöyle devam eder:
– Bundan böyle aileni günlerce ihmal etmeyecek, her dört günde bir mutlaka onun yanında olacaksın. En azından dört günde bir yanında olmaz, onu yine yalnız bırakmakta ısrar edersen, yaptığın ibadetten kazandığın sevabın, onu odasında yalnız bırakmaktan dolayı üstüne aldığın sorumluluğu ortadan kaldıramaz.
Genç, İslâm Hukukçusu Kâ’b’den bu nasihati dinledikten sonra, teşekkür ederek ayrılınca Halife merakla sordu:
– Ey Kâ’b, şimdi de bana cevap ver bakalım, yann hu-zur-u İlâhî’ye varınca verdiğin bu fetvanın delilini nasıl bulacak, dört günde bir ailenin yanında bulunmaya mecbursun, gibi sözün izahını nasıl yapacaksın?
Kâ’b, rahat cevap verdi:
– Ey Emîre’l-Mü’minîn. Allahü Azimüşşân Kur’an-ı Ke-rim’inde bir erkeğin dörde kadar evlenebileceğini bildirmiyor mu?
– Bildiriyor.
– Bu ne demektir? Demek ki, bir kadın beyinden üç gün ayrı kalabilir. Dördüncü gün ise sıra kendisine gelir. Bundan anlaşılıyor ki, onu yalnız başına uzun müddet bırakmamalı, hiç olmazsa dört günde bir yalnızlıktan kurtarmalıdır. Şayet dört günden de azma muhtaç olsalardı, erkeklerin dörde kadar evlenmelerine müsaade çıkmazdı.
– Bu cevap, önceki teşhisten de orjinal! diyen Halife Haz-ret-i Ömer, bu defa Kâ’b’a gözünü dikerek konuştu:
– Ey Kâ’b, hemen yol hazırlığına başla. Çünkü sen şu andan itibaren Basra Kadısısm! Tayinin yapılmıştır.
Genç adamın ifratını böylece vasata getiren Kâ’b, vefat edinceye kadar Basra Kadılığında kalmıştır.