Cinsel açlık
Yalnız , öğütlere yüzde yüz uysa da bir genç kızı -özellikle bizim gibi her şeyin açlığıyla birlikte cinsel açlığın da çekildiği, dolu dizgin yaşandığı toplumlarda- bir sürü tehlike pusu kurmuş beklemektedir. O tehlikelerin bazıları aile çatısı altında barınmaktadır. Bir akraba, bir arkadaş oğlu; kızı, tehlikenin kucağına atabilir sarkıntılıklarıyla ya da erkekliğin gücüne güvenerek. Öldürmeyle tehdit edip tecavüz edebilir. Ama en çok kırsal kesimin bağ bahçelerinde, tarlalarında, kentlerin de sokaklarında, parklarında, kapalı mekânlarında kol gezer tehlike. Üç dört genç bir araya gelerek başına çöker, kanına girerler kızın. Söz gelimi işine giderken kaçırırlar, evine dönerken kaçırırlar, tecavüz ederler ya da öldürürler. Gazeteler her gün bu 'tecavüz' olaylarıyla doldururlar sütunlarını. Televizyonlarda tekrar tekrar tecavüze uğrayan perişan kızların durumları, yüzleri, hırpalanan bedenleri gösterilir. Ve bunlar üstüne filmler de yapılır, öyküler, romanlar da yazılır. Handan Öztürk, kadınlar için bir karabasan olan bu durumu öylesine önemsemiştir ki kitabının adını 'Mor Tecavüz' koymuştur. Ve bu sorun gerçekten çok önemlidir. Handan Öztürk, bu tecavüz olgusunun sadece nasıl başlayıp nasıl bittiğine, -belki de bitmemesine, başka alanlara sıçramasına, oralardan değişik kimliklere bürünerek sürmesine- değinmiyor, o olgunun iki yanında bulunanların ruhlarında meydana getirdiği değişimlere de parmak basıyor. Kıza tecavüze kalkışan Niko'yu, kızın dişiliğinden alacağı tensel zevklerden çok onun atacağı çığlıklar, çığlıkların özünde gizlenen yakarma, çaresizlik ve yalnızlık ilgilendirmektedir. "Kadınları korkutup onların attığı çığlıklardan zevk alan ve bu çığlıklarla kendisinden geçmeye alışık olan Niko'nun hesaplarında da, arzularında da gerçek bir sevişme yoktu." Onu, acı çeken insan sesleri doyuruyordu ve yaşadığı uzun yıllarda içini hep bu seslerle dolduracaktı...doldurmaya çabalayacaktı. Ama 'tecavüz' alanında tepinen bir başkası daha vardı. Hikmet! Kahkahaları satarak geçimini sağlayan biriydi. "Şen, kahkahalarıyla mutlu olanların, eğlenenlerin bahşişleriyle geçiniyordu. "Benim gibi kahkaha satan kaç kişi var ki bu dünyada? Aptallar...Bu insanların hepsi aptal. Köşeye sıkıştırılmış bir kadının çığlığında ne bulurlar sanki? Vahşi çığlıkları tercih eden bu dangalaklar zaten kahkahalarıma da layık değiller. Gecedeki karanlığa, sokaklardaki yasa arsızca meydan okuyan o satılık kahkahalardan birini daha atıverdi./Tecavüze uğrayan bir kadının çağlığı ve tecavüze uğrayan bir şehrin sessizliği." Handan Öztürk, 'Mor Tecavüz'de kadın gövdesinin işgal edilmesiyle İstanbul'un İngiliz, Fransız, İtalyan gibi yabancı güçlerin işgal edilmesini birbirine bağlamakta, 'işgal' sorununu bütün ayrıntılarıyla irdelemektedir. "Havada işgal kokusu vardı. Üstelik mart soğuğu kadar keskindi. Halkın kaç gündür Marmara açıklarında görmeye alıştığı İngiliz dretnotları, bir sabah aniden kıyıya yanaşarak, kana susamış canavarlar gibi ağızlarını İstanbul'a çevirmişlerdi."
'Kuvva' hareketi
Padişah Vahdettin, gece gündüz İngilizlerle görüşüyor, durumu korumaya, İmparatorluğu parçalamaya çabalayanları önlemeye çalışıyordu. Bu korkunç, karabasan, imparatorluğun her yanında tepkilerle karşılanmıştı. Kimileri öfkelerinin zihinlerini bulandırmasının etkileriyle bireysel çözüm yollarını aramaya başlamış, kimileri de Mustafa Kemal Samsun'a çıkmadan önce kurulan 'Kuvva' hareketine katılarak yeni ve topyekûn bir kurtuluşun ancak böyle sağlanacağı düşüncesini benimsemişti. 'Mor Tecavüz'ün önde gelen kişilerinden Ali Murat, o düşünceyi benimseyen ama aynı zamanda bir padişah hayranı olan arkadaşı Nazif'le birlikte bir 'Kuvva' hareketini İstanbul'da desteklemek isterler ve bazı grupların Anadolu'ya silah kaçırdıklarını öğrenirler. "İşte o gün yoldaşı Nazif'in ufak tefek işlerine baktığı Yıldız'daki silah depolarından birine girecek, ele geçirecekleri silah sandıklarını Beşiktaş rıhtımına ulaştıracaklardı, silahlar oradan da Üsküdar'a gönderilecekti." O depoya giderler. Nazif heyecandan, korkudan kapının kilidini biraz geç açar oranın her şeyini ezbere bildiği halde. Ağır malzeme sandıklarını kaldırıp taşıyacakları sırada nöbetçilerin geldiğini duyarlar, kaçmaya başlarlar. Silahlar patlar arkalarından. Ali Murat kendini yere atarken Nazif'in vurulduğunu 'Yandım anam!' yakınmasından anlar. "O gece yürekleri paralayan bu ses, sanki Nazif'in değil de Ali Murat'ın bağrından yükseldi yükseldi, yıldızlar altında yerini bulmaya çalışan satılık kahkahalarla, arnavut kaldırımlarında yankılanan Niko'nun ayak sesleri ve onun sapkın hazzı karşısında bocalayan kadının çığlığıyla buluştu." En yakın arkadaşını böyle önemli bir görev sırasında yitiren Ali Murat yakalanır, İngiliz karargâhına götürülür. (O günlerde padişaha, düzene, İngilizlere muhalefet edenler, eleştirenler ya Bekirağa Bölüğü'nde ya da İngiliz karargâhında sorgulanıyor, cezalandırılıyorlardı.) Gizli örgütlerle bağları araştırılır, dövülür, sövülür; öğrenmek istediklerini öğrenemeyince de Ali Murat'ı ellerinden çengele asarlar, çengelin kancalarını avuçlarından geçirirler. Hz. İsa'nın avuçlarından çivilenmesi gibi. Ali Murat bayılır acıdan.
Öte yandan sokakta tecavüze uğrayan kız perişan bir halde eve vardığında konak halkı başına üşüşür ve sorgu başlar. Baba, "Bunu yapan namussuzu öldürecem. Onu kendi ellerimle gebertecem!" der ve kız hakkındaki konuşmanın sınırlarını genişleterek karakterini, bu olayın çevrede yaratacağı tepkileri sergilerler. Şereflerine leke sürülmüştür. Kıza görücü gelmek isteyen Fikret paşalardan; oğlundan söz ederken şunu ileriye sürerler. "El değmiş bir kızı hayatta gelin olarak kabul etmezler." Bunları işiten kız, "El değmemiş ha! Ben onlara gösteririm" der ve saldırganla karşılaştığı anları anımsar. "İsteseydi bana sahip olabilirdi. Ama nedense tecavüze uğrama korkusu kadınlarda ötekilerle kıyaslanmayacak kadar güçlüydü. Böyle bir korkuyla büyüyen kadın daha başından kaybetmeye şartlandırılıyordu./ Kadının istemediği, reddettiği bir sevişme için bile toplum yine onu aşağılıyor, bu günahı utanmazca ona yüklemekten çekinmiyordu." Handan Öztürk, kokuttuğu kadınlardan, onların çığlıklarından orgazma erişmişcesine zevk alan, borsacılıkla uğraşan, elindeki değerli kâğıtları devlet tahvillerini kerhanelerde çalışan kadınlara satan Niko'nun yaşamını, yaşamındaki acıları, tedirginlikleri; arkadaşlık, dostluk ilişkilerini anlatır. Konaklı'nın sığındığı fırında çalışan on dört yaşındaki Şahin'i baştan çıkarmasını, onu bir köle gibi kullanmasını, hep küçük oğlanlarla seviştiği için adının 'sübyancı' diye ünlenmesini, eski orospulardan Mevlude Umay'la birlikte kerhaneciliğe başlamasını, Mevlude Umay'ın şaşırtıcı öyküsünü, bilgeliğini anlatır. Fransız İhtilali'nin gözüpek liderlerinden şair Andre Chenier'den sürekli olarak şiir okuduğu için adı 'Chenier-Şeniyer Efendi'ye çıkan Ali Murat'ı, Ali Hikmet'i ve daha pek çok şeyi anlatır. Ali Murat'a işkence yapan ve avuçlarında delikler açan İngiliz subayı David'le olan dostluğunu anlatır.
En güç beğenirleri bile memnun eden bir dille anlatır.