Şimdi bize katılın!

Kayıt olduktan ve giriş yaptıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara cevap gönderebilirsiniz daha fazlası için forumumuza kayıt olmalısınız. Kayıt işlemi tamamen ücretsiz ve hızlıdır.

Şimdi kayıt ol!
  • 💙 Ağaçtan çıkan kibrit bile kül ediyor ağacı. Şaşırmayın insanın insana yaptığına.

AZE

🙈🙉🙊
Katılım
26 Mar 2024
Mesajlar
1,149
Tepkime puanı
82
Puanları
48
İlişki Durumunuz
Sizene
Burcunuz
Balık
Takım
Fenerbahçe
    Öne çıkan konu
  • Konu Yazar
  • #1

Feridun Andaç - Yoksa Aşk Ölür


1715687660565.png


Feridun Andaç'ın öykülerindeki ortak temanın, öyküleri birbirine bağlayan ana unsurun kaçış, kapanma, gerçeği arayış, yolculuk ve bunun yanı sıra aşk, nefret, birey/toplum arasındaki çatışmalar ve geçmişe yönelik bir özlemin olduğu söylenebilir. Andaç'ın, bireylerin hayatı ıskalamışlığının yarattığı bu sıkıntıları, sarsıntıları, çatışmaları, özlemleri ve duyguları ortak bir "ada" metaforuyla ele aldığı, içinde yaşattığı "adada" bulduğunu ve "adası"na çekilen bireylerin çatışmalarını, hesaplaşmalarını, iç sesiyle konuşmalarıyla anlatarak bu soru(n)lara cevap aradığı görülüyor.




A. Ozan COŞKUN


Türk edebiyatının çok yönlü ve üretken yazarlarından olan, deneme, inceleme, eleştiri, öykü ve yayın yönetmenliği alanlarında birbirinden ilginç ve önemli eserlere imza atan, adeta yazıyla varolan Feridun Andaç, suskunluğunu hayata, insana, insanın iç çatışmalarına, kaçışlarına ve savruluşlarına dair yeni bir öykü kitabı, "Yoksa Aşk Ölür"le bozdu. Doğrusu Andaç'ın son kitabını, kısa bir süre önce okuduğum ve üzerine bir eleştiri yazdığım(Cumhuriyet Kitap, Sayı: 822) Mehmet Eroğlu'nun "Düş Kırgınları"ndan sonra okumuş olmam hem keyiflendirdi beni, hem de benzer konuların iki farklı yazar tarafından birbirine benzeyen metaforlarla dillendirilmesi/kurgulanması, bu konu üzerinde bir kez daha düşünmeme, yazmama yol açtı. "Yoksa Aşk Ölür"de Andaç, adeta birbirini tamamlayan öykülerini bir araya getirmiş. "Gözaltı" adlı öykü, "yeryüzünün sınırlarını genişletmek için yola çıkmış"(s.11) bireyin söz konusu bu amacını gerçekleştiremeyince, "bıçak vursan kanı çıkmaz bir hal" ve "bendi yıkılmış bir akarsu" şeklinde bundan vazgeçip, kendi kabuğuna, sınırlarına çekilmesini konu ediniyor. Andaç, bireyin kendi kabuğuna çekilmesini, iç dünyasıyla baş başa kalmasını "ada" metaforuyla ortaya koymaya çalışıyor ve bunda da oldukça başarılı oluyor. Burada 'ada' bir yanıyla deniz tarafından kuşatılmışlığı/çevrilmişliği vurgularken, diğer yanıyla da kendi başınalığı, özgünlüğü ve bağımsızlığı simgeliyor. Ayrıca, düşünceleri ve düşleri doğrultusunda toplumu, dünyayı değiştirmeyi/ dönüştürmeyi amaçlayan bireyin, bu uğurda başarılı olamayınca kendi "ada"sına, sınırlarına çekilmesi anlamına geliyor "ada metaforu". Tabii ki burada umut ettiği düzeni, toplumsal yapıyı kuramayan bireyin, 'ada'sına çekilmesine rağmen, deniz, yani toplum tarafından kuşatılmışlığı, "şimdi ada'da kuşatma mevsimini yaşamaya başlaması"(s.12) da söz konusudur. Kahramanın (bireyin), bunun farkına varması geç olmayacaktır şüphesiz; farkına vardığındaysa, yapacağı tek şey, unutmaya ve unutmanın verdiği avuntuya sığınmaktır. "Bunun böyle olacağını biliyordu bilmesine, gene de kendisini alıştırmaya çalışıyordu böyle bir duyguya"(s.12). Çünkü büyük bir idealle, iddiayla yola çıkan birey için, unutma çabalarına rağmen yenilgi de kaçınılmaz olacak, 'bir hasta yatağında yatacak ve sızım sızım her yanı kanayacaktır'. Kahramanın, bu çöküntü eşiğinde "ne kadar geç artık" demesi, çöküntüyü hafifletme ve kendini avutma çabalarına rağmen, "ada'da kuşatma mevsimini yaşamaya başlaması" (s.12) da kaçınılmaz olacaktır.
 
'SONSUZ CEHENNEM'

"Sonsuz Cehennem" adlı öykü, "Yaşama eskisiyim artık ben" diyen ve "zamansızlığın şairi olarak bilinen"(s.14) bir şairin, kocamış ömrüyle birlikte yaşamın ve zamanın sınırlarına yaklaşma sürecine odaklanıyor. Burada canlılığı solmuş, 'yaşamaya dair hiçbir belirti'si olmayan bir şairin, yaşadığına/yaşıyor olduğuna dair, bir ispat/çaba peşinde olduğuna dikkat çekiliyoruz. Bunun göstergesi olarak da şairin, "üç kadını sevdim delice, üç kitap yazdım" diyerek yaşanmışlıklarının kanıtını kitaplarıyla ortaya koyma çabasıdır. "Dünyanın seyrini içine alan bakışların(ın) solduğunu hisset"mesine rağmen kendi imgeleriyle, düşleriyle oluşturduğu kitapları, ölümlü bedenini aşarak kalıcı olacak ve böylece 'renklerin, çizgilerin, solmadığını' anlatacak/anlayacaktır şair. "Zaman bölünmüştü aranızda. Biraz dün vardı anlatılanlarda, biraz bugün. Yarını da konuştuğunuz olmuştu" (s.13) cümlesinden de anlaşılacağı gibi, bu öykü, iki kahramandan oluşuyor. Yazar/anlatıcı, hikâyede konu edilen şairin geçmişinin bir dönemine dahil ettiği kahramanı aracılığıyla söz konusu bu iki kahramanın geçmişlerini bir merkeze alarak, kahramanların geçmişlerini, 'zamanı,' bir geçişle anlatmaya çalışır. Dolayısıyla burada hemen şunu belirtmeliyim ki, Andaç'ı okuyunca insan, zamanı, zamanın derinliğini düşünmeden edemiyor. Zamanın uzunluk kısalık değil de, derinlik ve yoğunluk meselesi olduğunu/olması gerektiğini anlıyoruz hem bu, hem de diğer öykülerde. "Bir Aradalık" ve "Uzlaşma" adlı öykülerdeki ortak tema ise, bireysel sıkıntıların odak noktasına alınmasıdır. "Bir Aradalık" öyküsünde, 'yalnızca kendisiyle bir arada yaşamak isteyen', hayata karşı güvensiz olan bir kahramanın, hayatın sıradanlığı, tekdüzeliği, toplumun bireye kendi duygularını, anlayışını dayatması karşısındaki iç sıkıntıları, yaşadığı hiçlik duygusu ve bu sıkıntılara karşı çözümsüzlüğü/çözüm üretemeyişi konu ediliyor. "Değiştirmek değil, yok etmek/yıkmak" (s.17) isteyen, hayata ve insana dair inancı kalmayan kahramana karşı anlatıcı -ki bu yazarın kendisi- bir anlamda, "akan su, kımıldayan yaprak, hışırdayan ağaçlar, yelin esintisi...renklerin, seslerin, tınıların uyumu" (s.18) gibi kendiliğinden olan/oluşan, insana herhangi bir baskı uygulamayan ve doğayı taklit eden, doğanın kendini oluşturan parçalar(ın)a müdahale etmediği, özgün ve özgür bir birliktelik biçimi öneriyor. Buradaki amaç ise, "ötede ayrıksı durmak değil, hissederek yaşamaktı"(s.18); böylece Andaç, toplumda 'bir aradalık'ın hangi koşullarda sağlanabileceğini göstermeye çalışıyor okura. "Uzlaşma" öyküsünde ise, "Bir Aradalık" öyküsünden farklı olarak, bireysel sıkıntının daha yoğun bir anına odaklanmış Andaç. Bu öyküde, bir an yağmurun yağmasını, daha sonra rüzgârın çıkmasını, lodosun esip savurmasını, her şeyi temizlemesini isteyen bireyin, 'anlık' sıkıntılarından söz ediliyor. Düşünmediği bir hayatın önüne konulması karşısında kahramandan/bireyden, bir uzlaşma istenmesi ve bunun yarattığı içsel sıkıntılar karşısında ise, "hayat bir uzlaşmadır" sözünün bir anlam ifade etmemesi, çözüm olarak ise yukarıda belirttiğimiz gibi, doğadaki birlikteliğin/uyumun, işleyişin ön plana çıkarılması söz konusudur. Andaç'ın beni en fazla etkileyen öykülerinden biri olan "Kanama'da", "gülüşü dağılmış yeryüzünün"(s.27) farklı bölgelerindeki sızıları, kederleri, ölümün kol gezdiği sokakları ve "bu savaş çağına teslim edemem kanımdan bir parçayı"(s.27) diyerek özlemlerine taş basan insanların yaşantılarına, yazgılarına tanık oluyoruz. Yani hayata iyimser gözlerle bakan insan(lar) olmasına rağmen, yüzünde 'koptuğu yerlerin rengini taşı'yanların öyküsüne...Yolda, sokakta, hayatın her alanında kanama sürmesine rağmen, sözlükten "parçalanmanın, çözülmenin adını silmek" isteyen kahramanla, "tek sadık dostum belleğim, acımasız bir gardiyan aynı zamanda"(s.28) diyen yazarın, dağılan parçalar(ın)a tutunarak, yaralanarak, 'yarasını saklayan bir kedi' gibi yaşamı sürdürme gayretlerini görüyoruz bu öyküde."Bir Daha Hiç Aramadım", "Adlandırmak" ve "Kapanma" öykülerinde ise, "bir kadının duygularında yaşamanın kelebendine adım atmış"(s.29) erkeklerin ilişkilerinde gideceği yeri belli olmaya serüvenlerinin anlatıldığını görüyoruz. Kadın-erkek ilişkileri, aldatma ve aldatılmanın konu edildiği bu öykülerdeki başkahramanlar ve aldatılanlar, bir anlamda 'kanayan yanları'yla ortaya çıkan erkeklerdir. Bu aldatılma ve savrulmalar sonucunda, "kollarımın arasına aldığım kadında acımı dindirmek istemiştim"(s.39) diyen erkeklerin ruh hallerini görmek de mümkün. Aslında Andaç'ın, bir anlamda "Sağanak (I)" adlı öyküsünde, bu üç öykünün altyapısını hazırladığını, ya da Sağanak (I) öyküsünün, bu üç öykünün "öndeyişi" olduğunu söylemek mümkün. "Sağanak (I)" de aşkın ucuzladığı, sevmek adına yola çıkanların, sevmenin yolunu yordamını kuramadıkları belirtiliyor. Andaç, kahramanı aracılığıyla, "Aşk, insanın kendi kendinin cehennemidir. Ötekini düşünmeye gerek yok"(s.22) diyerek, kadın-erkek ilişkilerinin takvim tutmazlığını, bunun neden ve sonuçlarını ortaya koymaya ve bu ilişki yumağının bireylerin ruhlarında bıraktığı huzursuz yönü betimlemeye çalışıyor. "Yaşanılanı önüne değil, ardına alarak yol" alan(s.21) kahramanların, geçmişte yaşadıkları sıkıntılar, savrulmalar ve kanamalar, hem içinde bulundukları zaman dilimindeki söylemlerinde/anlatımlarında ağırlıklı yer almış, hem de geleceklerinde yaşayacaklarının da göstergesi olacak gibi vurgulanmıştır. Nitekim "Sağanak (I)" adlı öyküde Andaç, " ' benim ol, bende kal' demenin kitabı yazılmadı, ama acısının dermanından herkes söz eder oldu"(s.21) diyerek bunu ortaya koymaya çalışıyor.​
 
AŞK, ACI VE ZAMAN

"Dokununca Zaman Sensin" ve kitaba adını veren "Yoksa Aşk Ölür" adlı öykülerde ise, aşk, acı ve 'zaman' arasındaki karşılıklı etkileşimi ortaya koymaya çalışıyor Andaç. "Gözlerindeki nemi içinde" hisseden bireyler arasında bir kıyı bırakmayan zamanın, 'hayatın taşma noktası'nda bireylerde bıraktığı acıyı, yalnızlığı görmek mümkün. Nitekim "Yoksa Aşk Ölür" adlı öyküdeki, "yeryüzünün merkezinde, dünle bugün arasındaki ince çizginin kopuş noktasında" duran(s.70) kahramanın, yalnızlık ve yabancılık çektiği, "geçmişi olmayan, görünmeyen bir adam gibi gölge"sini(s.69) gezdirdiği bir kuzey kentinde, söz konusu acısını dindirmek için bir aşk aradığını görüyoruz. Bu öyküdeki kahramanın, yaşadığı/ hissettiği acıların yoğunluğu doğrultusunda bir aşk arayışı içinde olduğunu, içinde bulunduğu sıkıntılardan/zorluklardan ancak kendisini aşkın kurtaracağını düşündüğünü anlıyoruz. Bu arayış içerisinde çekilen acılar ise zamanla zevk vermeye başlar kahramanımıza. Çünkü varlığını acıya borçlu/bağımlı olan, onsuz yapamayan, ondan beslenen bir aşktır söz konusu olan. "Böylesine tufanlar olmazsa yaşadığımızın anlamını nasıl kavrayabiliriz"(s.71) diyen kahramanın da belirttiği gibi, öyküde acıya farklı bir anlam yüklenmiş ve bu duygu yaşamı anlamlı kılan, yaşamın bir parçası olan bir unsur olarak görülmüştür. Sonuç olarak, birbirinden güzel dil anlatımlarıyla beslenen "Yoksa Aşk Ölür"deki öykülerde Andaç'ın, yaşama ve birey(ler)deki acılara, çatışmalara odaklandığını söylemek mümkün. Öykülerdeki ortak temanın, öyküleri birbirine bağlayan ana unsurun kaçış, kapanma, gerçeği arayış, yolculuk ve bunun yanı sıra aşk, nefret, birey/toplum arasındaki çatışmalar ve geçmişe yönelik bir özlemin olduğunu söyleyebiliriz. Andaç'ın, bireylerin hayatı ıskalamışlığının yarattığı bu sıkıntıları, sarsıntıları, çatışmaları, özlemleri ve duyguları ortak bir "ada" metaforuyla ele aldığını, içinde yaşattığı "adada" bulduğunu ve "adası"na çekilen bireylerin çatışmalarını, hesaplaşmalarını, iç sesiyle konuşmalarıyla anlatarak bu soru(n)lara cevap aradığını görüyoruz. Bu arada, "deneme, bilme/öğrenme/hayatı kavrama labirentlerine açıklık getirmiş, bir tür kılavuz olmuştur bana...Hayatı, nasıl daha iyi kavrayabilirimin yolunu/yordamını denemenin açtığı kapıdan girerek öğrenmeye çalıştığımı söyleyebilirim" diyen Andaç'ın, bu öykülerinde zaman zaman denemeden beslendiğini ve denemeye kaçan bir üslupla hareket ettiğini de belirtelim.

Yoksa Aşk Ölür/ Feridun Andaç/ Doğan Kitap/ 144 s.​
 

Konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst